17 Eylül 2008 Çarşamba

62 Tavşanı / Sunay Akın


Denize dusen
bir oyuncaktir Kız Kulesi
soruyorum berber koltugundan
iki ayna arasinda
akip giden goruntume
sair olaniniz hangisi

Pencere tullerine
gelinlik diye sarilan
o kucuk kiz nerede simdi
gemim coktan batti
denize inen tum filikalarıma
erkekler bindi

Duvardaki yangin dugmesini
orten cam parcasiyim
kurtulusun olacaksa
hic dusunme
ayakkabinin topuguyla
kir beni

İnanıyorum uzaylilara
duymaliyim birilerinden
yildizlardan nasil
gorunurdu diye
mahallemizdeki yazlik
sinema

Ogrendim saat kulelerini
kibrit kutularından
bagisla beni
iki dunya savasinin
yasanildigi yuzyilda
nufus cuzdanimdaki 62'den
yaptigim tavsan


Sunay Akın

Karne / Cemal Süreya

Ilım günleri gelirdi taraçalar
Uzatırdı mevsimölçerlerini
Tıkabasa yaprak arka pencere
İnsan iki kişiyi sevebilir mi

Onunla aşkımız, o diyorum ona,
Bir kez söylenmiş ve istense de
Bir daha geri alınamaz
Kırıcı sözler gibiydi

Tartışıp dururduk yollarda
Hızla çevirirdi başını
Çiçek aşısı gibi bakardı
Seğirtir karşı kaldırıma

Ötekiyse nasıl incelikli
Türkçe sığmazdı ağzına
Bir ilçeyi sever gibi
Yürürdü odalarda

Parmakları her yana döner
Bir yetenek gibi gelişirdi
Dursuz duraksız güdülerime
Bir şeyler katardı düşüncemsi

Birinin ısırığı bedem şekeri
İç kaslarıyla uçar biri
Yüz kez yırtılmıştır gömleğim
Doksan dokuz kez de dikildi

Kısacası o yıllarda ben
Hayatım karışık çantam gibi
İki kişiyi birden severdim
Karnemde sevinç bir aşk iki.

Şair : Cemal Süreya

düşünüyorum da, belli olmaz, gün gelir belki - Sheakspear

Sene 695

Düşünüyorum da, belli olmaz, gün gelir belki,
Kusurlarımı gördüğünde kaş çatmaya başlarsın;
Gönlün, düşünüp taşındıktan sonra, der ki,
İyisi mi artık şunun son hesabı kapansın;
Olur ya, bir gün tanımadan geçersin yanımdan,
O güneş misali gözlerinle selam bile vermezsin;
Aşkın, geçmişin kimliğini atmış olur sırtından,
Dilediğince gerekçe bulur takındığı surat için.
İşte o güne karşı alıştırıyorum kendimi şimdiden,
Haddim neyse onun bilincine sığınıyorum;
Gelebilecek yasal dayanaklara karşı senden,
Elimi kaldırıp savunma yapmaya hazırlanıyorum.
Zavallı beni terketmen için yasaların gücü arkanda,
Oysa beni sevmen için bir neden gelmiyor aklıma.
Hadi canım! Kendini bile düşünmeyen sende
Başkasının sevgisine hiç yer olabilir mi!
Sevenlerinin çok olduğunu kabul etmek gerek herhalde,
Oysa senin kimseyi sevmediğin işte besbelli.
Saplanmışsın nedense bana karşı ölümcül bir nefretle,
Kendini zavallı bana zalimlik yapmaktan çekinmiyorsun;
Her şeyden önce şu güzelim çatıyı kuracağın yerde,
Sen onu olamaz göstermek için elinden geleni yapıyorsun.
Fikrimi değiştireyim istiyorsan, değiştir niyetini!
Canım sevgiden daha mı iyi ağırlar insan nefreti,
Anlayışlı ve şefkatli ol, tıpkı göründüğün gibi;
Desinler ki, hiç değilse zavallıya karşı merhametli.
Bir başka sen daha yarat ne olur, bana acıyorsan,
Sık sık düşünürüm yalnız kalınca sen ve hayalin;
Gözlerim ressam rolünü aldı ve sanatın çizgilerle,
Güzelliğinin biçimini gönlümün levhasına çıkardı;
Bedenime gelince, o da bu resmin çerçevesi oldu işte;
Malum, resmin konumundan bilinir usta ressamın sanatı.
Seni olduğu gibi yansıtan resim nerde diyorsan,
Ressamın içine bakıp hünerini orada görmelisin;
Camlarının parlaklığını senin gözlerinden alan,
Göğsümdeki sergide asılı resme ulaşmalısın.
İşte bak, gözler gözler için neler yapıyor!
Gözlerim senin şeklini çizdi, seninkilerse,
Gönlüme açılan birer pencere; güneş de bayılıyor
Onlardan içeri bakmaya, sen varsın diye içerde.
Ama gözlerin sanatında yine de bir eksiklik var:
Gördüklerini çiziyorlar yalnız, yüreği tanımıyorlar.
Ancak o gün anlatabilirim övünçle, nasıl sevdiğimi;
Daha önce kaldıramam başımı, sınarsın diye belki beni.
Didinmekten bitkin düşmüş halde koşarım yatağıma,
Yol yorgunu bedenim artık biraz dinlensin diye;
Kafamda bir yolculuğun daha başladığı andır bu oysa;
Aklın işlemeğe başladığı andır, bedenin işi bittiğinde.
Üşüncelerim, senden uzakta kaldığım o yerden kalkar,
Bir an önce sana ulaşmak için hac yolculuğuna koyulur;
Ağırlaşmış olsa da göz kapaklarım, açıktır ardına kadar,
Körler gibi, derin karanlığa öyle bakar durur.
Ama, işte tam o zaman, ruhumun hayali gözler,
Düşüncelerimin ulaştığı görüntüyü getirir karşıma;
O görüntü ki, korkunç geceye asılı bir mücevher gibi,
Karanlık geceyi güzel, eski yüzünü yeni gösterir bana.
Gün boyu bedenim, her gece aklım, işte böyle,
Ne sana huzur verir bir türlü, ne kendime.
Nasıl mutlu olabilirim ki gece bu8raya döndüğümde,
Bir dakika bile dinlenme fırsatı bulamadıkça;
Gündüzün sıkıntısı gece hiç geçmedikçe,
Gece gündüzle, gündüz geceyle bunaldıkça.
Birbirini altetmeye çalışan bu iki düşman,
Bana işkence etmeye gelince el sıkışıp anlaşıyor;
Ben daha uzak düşerken senden, her geçen an,
Biri işe koşuyor, öteki işten şikayete zorluyor.
Hoşuna gitsin diye, “Ne nakadar parlaksın,” diyorum güne;
“Bulutlar göğü kararttığında, yardım edersin ona;”
Diyorum ki, esmer tenli geceye yaranmak için de,
“Sen aydınlatırsın akşamı, yıldızlar parlamadığında.”
Ama gün geçtikçe uzatıp duruyor çilemi,
Geceyse, her gece, bitirmek bilmiyor derdimi.
Ölümcül bir savaşa tutuşmuş gözümle gönlüm:
Ganimet almışlar ama paylaşamıyorlar seni.
Gönlüme göstermek istemiyor resmini gözüm;
Gönlümse gözüme, nasıl engellersin diyor beni.
Gönlüm tuttturmuş benim hakkım o, diyor,
O bölmeye ulaşamaz birer cam parçası gözler;
Ama hasmı karşı çıkıyor, kendini savunuyor:
Bende, diyor, o güzelim görünümün barındığı yer.
Kimin haklı olduğu artık çıksın diye ortaya,
Kalbimdeki düşüncelerden bir kurul toplanıyor;
Berrak gözün hakkı ve sevgili gönlün payı da
Sonunda artık onların kararıyla belirleniyor.
Buna göre, gözlerime dış görünüşün düşüyor,
Gönlündeki sevgi ise, gönlümün hakkı oluyor.
Anlaşmaya varıldı gözümle gönlüm arasında;
Artık ikisi de birbirine iyilik ediyor durmadan;
Eğer gözüm bir bakışın açlığını çekiyorsa,
Yada sevdalı gönlüm tıkanırsa hıçkırmaktan,
Aşkımın resmiyle gözlerim ziyafet çekiyor kendine,
Ve bu renklerden şölene gönlümü de çağırıyor.
Bir başka seferde gözüm konuk gidiyor gönlüme
Ve aşk düşüncelerini onunla paylaşıyor.
İşte böyle, sen ne kadar uzakta olsan da,
Her zaman benimlesin, ya aşkınla, ya resminle;
Düşüncelerimden öteye gidemezsin nasıl olsa
Ve ben hep onlarlayım, onlarsa hep seninle.
Onlar uykuya dalsa bile, haylimdeki resmin,
Yeter keyfinin gelmesine, hem gönlün hem gözlerin.
Seni sandığa kapatıp kilit vurmadım üstüne,
Çünkü sen, gönlümdek o yumuşak bölmedesin
Ordaymışın gibi geliyor bana olmasan bile
Her zaman dilediğince girip çıkabileceğin yerdesin.
Ama korkuyorum da, çalarlarsa seni diye orda görünce,
Namuslu kişiyi hırsız yapar ödülün böylesi bence.
Zaman geçiyor, diyen saatin vuruşları saydıkça,
Güzelim günün korkunç geceye gömülüşünü gördükçe,
Diri günleri geride kalmış menekşeye baktıkça,
Simsiyah bukleleri gümüş rengi aklar örttükçe;
Geçmişte, sıcak vurmasın diye sürülere kanat germiş,
Ulu ağaçlar şimdi öyle yapraktan yoksun durdukça;
Yazın yemyeşil ekini demet demet bağlanıp dizilmiş,
Ağarmış püskül sakallarıyla, arabalara kondukça;
Senin güzelliğin gelir ister istemez aklıma
Ve bilirim sonunda süpürüp götürecek zaman beni de;
Ne hoşluklar kalıyor, ne güzellikler çünkü yarına,
Ölüp gidiyor hepsi, ötekilerin büyüdüğünü göre göre,
Zaman gelip savurdu mu tırpanını, çare yok gideceğim;
Meğer ki sen arkadan yetişip karşıma dikilesin.
Benim gönlüm ölürse, kendininkini geri alırsın sanma,
Geri istemem demiştin çünkü onu verirken bana.
Hayalinle açık kalsın ağırlaşan göz kapaklarım,
Baksın dursun mu istiyorsun yorgun geceye?
Durmadan bölünsün mü yani sence uykularım,
Sana benzer gölgeler oynaşırken gözlerimin önünde?
Yoksa yanıma kendi yerine ruhunu mu gönderiyorsun,
Yuvasından böyle uzakta, ne yaptığımı gözlesin de.
Ayıplarımı yakalasın, nasıl aylaklık ettiğimi görsün,
Kıskançlığına yön versin, hedef göstersin diye.
Gözlerimi hep açık tutan, benim aşkım aslında;
Benim kendi şaşmaz aşkım yine, dirliğimi bozan,
Durup dinlenmeden bekçilik ettiren senin uğruna.
Senin nöbetindeyim ben, başka yerde sen uyanıkken;
Benden çok uzaklarda, başkalarına çok yakınken.
Ama ne kuşların şarkıları beni şenlendirdi,
Ne tad aldım renk renk çiçekleri koklamaktan
Ne içimden yaz masalları anlatmak geldi,
Ne bu defa şaşıp kaldım zambağın beyazına,
Ne övmeye dilim vardı güldeki acı kırmızıyı;
Senden örnek almışlar, çizgilerini taşıyorlardı
Ama vakit kıştı yine, ve sen yoktun diye,
Hayalinle oynar gibi oynadım onlarla işte.
Daha çok çiçek gördüm, ama bir tane bile yoktu ki,
Senden çalmamış olsun, tatlı kokusunu ya da rengini.
Nasıl söylersin, ey zalim, seni sevmediğimi;
Kendime karşı gelip senden yana çıkarken ben?
Seni düşünmüyor muyum hep, ey insafsız kişi,
Senin uğruna çoktan kendimi bile unutmuşken?
Dost dedğim olmuş mu, seni sevmeyen birine?
Yüz vermediğinin yüzüne gülmüş müyüm ben?
Canın sıkıldığında bana, acıyla inleyerek yine,
Öç almıyor muyum ki ben hemen kendimden?
Hangi erdemi erdem sayıyorum varlığımda,
Sana hizmeti hor görecek kadar kibirliyse?
En iyi yanlarım tapınmıyor mu senin kusuruna,
Hele gözlerin bir kere buyruğunu vermişse?
Yine de, sevdiğim, sürdür nefretini; artık biliyorum;
Görmeyi bilenleri seviyorsun sen; bense körüm.
Bir gün nefret edeceksen benden, şimdi et bari,
Hazır herkes karşı çıkarken her yaptığıma,
Kader üstüme üstüme gelirken, katıl ona haydi;
Olan olduktan sonra, bir de sen çıkma ortaya.
Ah yapma, gönlüm bu acıyı atlattıktan sonra,
Üzüntüyü yendim, derken arkadan çıkıp gelme;
Rüzgarlı gecenin sabahında yağmur olup yağma,
Yıkılmak kaderde varsa, bu işi hiç erteleme.
Beni bırakıp gideceksen, sen olma son ayrılan,
Öteki ufak dertler yapacağını yaptıktan sonra.
Geleceksen başta gel ki bileyim bende baştan,
Ne olurmuş kader var gücüyle vurduğunda insana.
Çünkü, şimdi acı gibi görünen tüm acılar, o zaman,
Seni kaybetmenin yanında, çıkacak acı olmaktan.
Tek bir korku var içimde yalnız: bunların hepsini
Alabilirsin sen bir hamlede ve mahvedebilirsin beni.

Sheakspear

4 Eylül 2008 Perşembe

Shay

Okuma ve öğrenme zorluğu çeken çocuklara özel eğitim veren bir okul için bağış toplama yemeğinde, çocuklardan birisinin babası katılımcılar tarafından asla unutulmayacak bir konuşma yaptı.

Okula ve kendini adamış öğretmenleri kutladıktan sonra şöyle bir soru sordu: "Dışarıdaki etkenler tarafından etkilenmedikçe doğada herşey mükemmel bir şekil ve sırada yapılıyor. Ama yine de oğlum Shay, diğer çocukların öğrendikleri gibi öğrenemiyor. Diğer çocukların anlayabildikleri gibi anlayamıyor. Oğlumda doğal olması gerekenler şeyler nerede?"

Bu soru karşısında dinleyiciler sessiz kaldılar. Baba devam etti . "Ben inanıyorum ki, dünyaya fiziksel ve zeka engelli Shay gibi bir çocuk geldiğinde, gerçek insan doğası kendini gösterme fırsatını buluyor ve bu da insanların o çocuğa davranış şekillerinde kendini gösteriyor."

Ve sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı:
Shay ve babası bir gün parkta Shay'in tanıdığı birkaç çocuğun beyzbol oynadıklarını gördüler. Shay sordu, "Acaba oynamama izin verirler mi?". Shay'in babası çoğu çocuğun Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini ama aynı zamanda eğer oğluna izin verirlerse, oğlunun o çok ihtiyacını duyduğu, engellerine rağmen başkaları tarafından kabul edilmenin özgüveni ve sahiplenme duygusunu vereceğini de biliyordu. Shay'in babası çocuklardan birinin yanına yaklaştı ve (fazla birşey beklemeyerek) Shay'in oynayıp oynayamayacağını sordu. Çocuk şöyle danışabileceği birilerine baktı ve sonra "Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde takıma girebilir, ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya çalışırım" dedi. Shay büyük bir gayretle takımın yanına gitti ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile takım tişörtünü giydi.

Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izledi. Çocuklar oğlunun kabul edilmesinden dolayı babanın mutluluğunu gördüler. Sekizinci turun sonunda Shay'in takımı birkaç puan kazandı ama hala 3 sayı gerideydi. Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirdi ve sağ açık sahaya çıktı. Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen oyunda olmaktan son derece mutluydu ve babasının ona tribünlerden el salladığını gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme vardi. Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takımı yine puan kazandı. Şimdi bütün kaleler doluydu, oyunu kazanma şansı ortaya çıkmıştı ve topa vurma sırası Shay'e gelmişti.

Bu noktada, Shay'in vurucu olmasına izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almalıydılar?

Şaşırtıcı bir hamleyle Shay'e sopayı verdiler. Herkes topa isabet ettirme şansının sıfır oldugunu biliyordu, çünkü bırakın topa vurmayı, Shay sopayı bile elinde tutmasını bilmiyordu. Ama Shay sahaya çıktığında top atıcı, diğer takımın kazanma şanslarını bir kenara bırakarak Shay'e bu fırsatı tanıdıklarını görünce, birkaç adım öne giderek yumuşak bir şekilde topu Shay'e dogru fırlattı. İlk topa Shay zorlukla sopayı savurdu ama ıskaladı. Atıcı tekrar birkaç adim öne doğru geldi ve topu yine yumuşak bir şekilde Shay'e dogru attı. Shay sopayı savurdu ve hafifçe topa dokunarak yere atıcıya dogru vurdu. Oyun şimdi bitecekti. Atıcı topu yerden aldı ve ilk kaledeki adamına kolaylıkla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti. Ama atıcı topu aldı ve ilk kaledeki adamının başının üzerinden diğer takım arkadaşlarının erişemeyeceği yere fırlattı. Tribünlerdeki herkes ve iki takımda bağırmaya başladılar,

"Shay, ilk kaleye koş, ilk kaleye koş!"
Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştı ama ilk kaleye gidebildi. Şaşkınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöktü. Herkes bağırmaya devam etti, "İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş" Nefes nefese Shay, zorlukla ikinci kaleye koşabildi. Shay ikinci kaleye geldiği sırada, açık sahada diğer takımdan biri topu almıştı… Takımın en küçüğü olan bu çocuk kahraman olma şansını elinde tutuyordu. Topu ikinci kaledeki adamına atabilirdi ama top atıcısının niyetini anladığından, o da kasıtlı olarak topu üçüncü kaledeki arkadaşının başının üzerinden attı. Herkes bağırıyordu:
"Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay"
Karşı takımdan birinin yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle Shay üçüncü kaleye koşabildi, "Üçüncüye koş! Shay, üçüncüye koş!" Shay üçüncüye gelirken diger takımdaki çocuklar ve seyirciler ayağa kalkmışlardı ve bağırıyorlardı, "Shay, hepsini koş! Hepsini koş!" Shay hepsini koştu ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak herkes tarafından alkışlandı.

"O gün", dedi babası, gözlerinden yaşlar aşağıya dogru süzülerek, "iki takımdaki çocuklar da dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar".

Shay bir sonraki yaza yetişemedi. O kış öldü. Bir kahraman olduğunu ve babasını mutlu ettiğini ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde onu kucakladığını asla unutmadı.

Bilgin bir adam bir zamanlar demiş ki:

"Her toplum, kendilerinden daha az şanslı olanlara nasıl davrandığıyla değerlendirilir."

(internetten alıntı)