20 Mayıs 2009 Çarşamba

Nazım Hikmet - Bence simdi sende herkes gibisin




Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Nazım Hikmet Ran

17 Mayıs 2009 Pazar

tek satır şiirler

Bu sabah uyandım koştum dışarıya
gözlerimi ovuşturdum uyandım uykumda
gelip geçen insanlara baktım.
seni aradım..
bütün kaldırımlar ıslaktı, gözlerim kadar nemli.
gözlerim kadar hüzünbazdı.
bilmezdim ıslak kaldırımların böyle hüzünlü olduklarını
bilmezdim seni bu kadar özleyeceğimi
bilmezdim sessizce çıkıp gideceğimi.
bilmezdim seni bir şiire sığdıramayacağımı.
bilmezdim canımı bu kadar inciteceğini..

16 Mayıs 2009 Cumartesi

11 Mayıs 2009 Pazartesi

OZOLİN - Özlem ÖZBEK


Biraz gitmek, biraz kalmak bulaşmış ellerine
Hangisi hangi elinde kestiremiyorsun
Ellerimi tutmanın korkaklığı bundan bilmiyorsun
Yüreğini köreltmeye çalıştıkça sen
Elerine yapışıyorum, öpüyorum
Durduramıyorum

Giysilerini çıkartıp dolaptan odaya saçıyorum
Kaldığın her gün için bileğime bir jilet izi atıyorum
Bir cenin gibi yatıp odanın ortasında
Kafamdaki senin dışına çıkmak için çırpınıyorum

Gece saat 3'e vururken
Karanlıktan korkum zerre aklıma gelmiyor
Merdivenlere koşup deli gibi bakınıyorum
"ozolin" adını verdiğin kedi oluyor hep gelen
Gece nöbetim devam ediyor

Aralık perdeden gün ışığı içeri giriyor
Devrimci olmanın alt başlığı altında
Aşık olmanın sakıncalarını düşünüyorum
Kördüğüm olmuş fikirlerinden kendini kesiyorum

"Sesinde ne var biliyor musun" diye yineleyip dururken
Sigaranı yakarken yüzüne vuran ışığı düşünüyorum
Olmak zorunda olanı kabullenip
Bir duman içinde yüzünü kaybediyorum

Özlem ÖZBEK

Anlatamıyorum - Orhan Veli Kanık


Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz

Göz yaşlarıma, ellerinle?


Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.


Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum

ORHAN VELİ KANIK

Suskunca Gittim - Mehmet Alagöz

Sana bir ben veremem, benliğim sende kaldı.
Sana bir hayat veremem onu gamzen aldı.
Sana kendimi de veremem ki içinde kalbin benden çaldı.
Sana vereceğim mavi kalmadı onları sarı saçlarının değdiği aydınlıkta kaldı.
Peki diyeceksen ya aramızda olanlar,
Güzel bir güne uyanmaktı, ölümüne bir uykudan
Bir vahada su bulmaktı, senden bir seda duymak.
Aşk deryasında soluk almaktı, sevginde huzuru yaşamak.
Ve geceme aydınlıktı, yüzünde hatıralara bakmak.
Onlar bir masaldı, yaşamadan son arayan.
Şimdi sen hatırlarsın.
Hani sende unuttuğum boncuklar vardı.
Seni nazarlardan korusun diye verdiğim.
__Verdiğine pişman mısın diye sorduğun?
__Hayır değilim ama nazarına geldim zamanın.
Bende aşkın kaldı.
SEVDAN
Oluğundan sevgin akan
Ve gözlerinin yeşili, bakışları nurum olan,
Seni sevmek tuzlu kahve içmektir
Tadı yalnız benim damağım da kalan.
Seni sevmek Akhilleus (Aşil) olmaktır,
Dev korkulara meydan okuyan.
Bende kalanlarsa;
Yolu çıkmaz sokaklara çıkan sabahlar.
Tenimden firari sızan bir ömür.
Bütün boşluğumu dolduran hatıran.
Ve yüreğini yani son mavi boncuğunu sende bırakan bir adam.
Sana bensiz bir hayatı bıkacağını bilen,
Ki bunun pişmanlığı kavrulan.
Laneti bedenimin de canımı lokma lokma alan.
Can havliyle sarıldım sevdana bir tende öldürürken
Bana şimdi, son nefesime soruyorsan
__ Beni gerçekten sevdin mi ki ?
Mecal kalırsa dilimde derim ki
__Ben bir gülü sevdim
__Ve son yeşilini sana verdim.
Sonra boyun büküp kaderime.
Suskunca gittim....


Mehmet Alagöz

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Bazen - William Shakespeare



Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...

William Shakespeare

3 Mayıs 2009 Pazar

İclal AYDIN - Seni Seviyordum



Ben Seni Seviyordum Sen Bilmiyordun
Sana uzak kentlerden birinde, zamanın bir yerinde,
Seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi.
Onca zamanın üstünde , eskimeyen bir düşüncesin şimdi.
İnsan her gün anımsar mı aynı gözleri
Seni seviyordum ve senin haberin yoktu . . .

Saçlarını izliyordum uzaktan .
Kulağın arkasına düşüşü ve burnun . . .
Herkesten başkaydı işte . . .
Güldüğün zaman , yukarıya bakardın .
Yukarıya kalkan başın ve gülen gözlerin vardı , ne güzeldiler . . .
Sen bilmiyordun ve ben seni seviyordum . . .

Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler; duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu, Geri dönüyordu çoğalarak .
Senin sesini duyduğum masalarda , erteliyordum her şeyi , her şeyi erteleyişim oluyordun , kalp ağrısı oluyordun , birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun .
Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk . . .

Dönemeçler geçiyor , köprüler göze alıyor ve bazen tekin olmayan sular üzerinden atlıyorduk , cesurduk . Ufuk çizgisi maviydi , gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller . Ben seni seviyordum , sen bilmiyordun .
Sevinçlerim oluyordun ara sıra , sen hiç bilmiyordun .

Sonra herhangi biri oldun , bütün sevinçlerim bittikten sonra .
Yağmurlar yağdı , serin Haziran akşamları .
Derken bir gün uzaktan gördüm seni . . .
Saçların bana inat , başın her şeye meydan okuyarak işte yine aynı , kalbimi acıttın .
Her zamanki gibi değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun . . .

Şimdi bunları anlatsa sana birileri , kim bilir
Ya da boşver bilme en iyisi . . .

1 Mayıs 2009 Cuma

26 Nisan 2009 Pazar

Gökhan Kırdar - Üstüme Basıp Geçme

Erkin Koray-Senden baska kimse yok icimde



İnan ki; senden başka senden başka senden başka
Hiç kimse yok içimde
Kimse yok içimde,

Yüzüne bakmasam da...
Başımı çevirsem de
Seni her gördüğümde
Seni her gördüğümde,

İnan ki; senden başka senden başka senden başka
Hiç kimse yok içimde
Kimse yok içimde

Ne kadar kırgın olsan
Dargın olsan da bile
Dargın olsan da bile...

Erkin Koray

13 Nisan 2009 Pazartesi

kağıt ve kalem

''yazma'' dedi kağıt.
kalem yazdı.
kağıt incidi.
kalem tükendi.
ikisi bir birini yok etti

Lost Soul


Do not stand at my grave and weep
I am not there; I do not sleep.
I am a thousand winds that blow,
I am the diamond glints on snow,
I am the sun on ripened grain,
I am the gentle autumn rain.
When you awaken in the morning's hush
I am the swift uplifting rush
Of quiet birds in circled flight.
I am the soft stars that shine at night.
Do not stand at my grave and cry,
I am not there; I did not die.

By Mary Frye

Üçüncü Şahsın Şiiri


Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım

Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım

Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım

Atilla İlhan

12 Nisan 2009 Pazar

Rojin - Gitme

9 Nisan 2009 Perşembe

Çukur - Sunay Akın


Bilerek mi yanına almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı çukuru

Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukuru

Sunay AKIN

30 Mart 2009 Pazartesi

27 Mart 2009 Cuma

Mutluluk


Hayatın bütün renklerini içine alan; tüm oyuncakları sana almak istemiştim.

26 Mart 2009 Perşembe

25 Mart 2009 Çarşamba

Üç Kez Seni seviyorum Diye Uyandım


Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün.

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
-Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum.

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün.

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum.

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun

Deniz Eskisi

Hoşçakal - Özdemir Asaf


Siyah beyaz tuşlarında piyanomun
Seni çalıyorum şimdi
Çaldıkça çoğalıyorsun odada
Sen arttıkça ben kayboluyorum

Seni doğuruyorum geceye
Adını koyuyorum aya bakarak
Her şey sen oluyor her yer sen
Ben ölüyorum

Sesini duyuyorum rüyalarımda
Gözlerimi kamaştırıyor ışığın
Rüzgar sen gibi dokunuyor bana
Ben doğuyorum

Duymak istediklerimi söylemiyorsun hiç
Dokunmuyorsun bana
Sen gibi bir şimşek çakıyor
Tam kalbime düşüyor yıldırımı
Ben gidiyorum


Özdemir Asaf

24 Mart 2009 Salı

Aynı Yalınlıkla Ölmek İsterim


Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.

Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim

Jose MARTI
Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU

23 Mart 2009 Pazartesi

I'll Be Love's ...............

Kan kırmızıymış sevebilmek.

15 Mart 2009 Pazar

Söylemeye Zamanı Olmayanlara..... / Can Yücel


Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet.
Yüreğini elime koyduğunda anladım…

”Sana ihtiyacım var, gel!” diyebilmekmiş güçlü olmak.
Sana ”git” dediğimde anladım…
Biri sana ”git” dediğinde, ”kalmak istiyorum” diyebilmekmiş sevmek.
“Git” dediklerinde, gittiğimde anladım…

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım…
Özür dilemek değil, ”affet beni” diye haykırmak istemekmiş pişman olmak.
Gerçekten pişman olduğumda anladım…
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş.
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış.
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım…
Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi.
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım…
Sevgi emekmiş.
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş…

CAN YÜCEL

Kendine İyi Bak - Ömer Köroğlu - Şiir

14 Mart Cumartesi 2009

Bugün 14 Mart Cumartesi 2009 . Hava yağmurlu ve soğuk. Saat 21:07 - Üçüncü defa aynı yerde duruyor. Bütün ışıklar açık.. kapım ve camın titriyor. Usulca, yavaşca; gecenin içinde yitip gidiyor.

12 Mart 2009 Perşembe

11 Mart 2009 Çarşamba

Son 50 Yılın En İyi Basın Fotoğrafları

şişko RanaR'dan bir kandil klasiği: sütlü un helvası!

tarifini aynen bloga koydum :)) umarım kızmamışsındır.. insan bi der azıcıkta tora ya kalsın. ibiş hepsini yemiş.
---------------
annemdeydim dün akşam. şahane helvasından yaptı ve bana da öğretti. bizde klasiktir, hep sütle yapılır un helvası. başka türlüsü yenmez, sevilmez. ben de bayılırım, hepimiz bayılırız. benim pisboğazlığıma annemin gelenekleri kuşaktan kuşağa aktarma heyecanı da karışınca, helva tarifini kapmış bulundum, paylaşayım bu tarifsiz lezzeti istedim, oh yeeeaaa bebeyim! lakin foto yok, çünkü hepsini yedim sölemesi ayıp. siz de yapın, görün allah allaah!

malzemeler:
-bir litrelik sütten bir bardak alınacak, kalan kullanılacak
-25 kaşık toz şeker
-15 kaşık un
-hayvan kadar tereyağı

yapılışı:
öncelikle bir kapta sütlen şekeri kaynatın. sonra tereyağını eritin, içine unu katın, kavurun. un böle bi gıyır gıyır olduğunda, fışır fışır ses çıkartıp kaynar gibi görünüp de durulduğunda, sütlü şekerli karışımı ekleyin. ama önce bi ponçik ekleyin, kuduz gibi sıçrıyor baloncuklar, sonra bu kuduzluk durulunca geri kalan sütü gönül rahatlığıynan ekleyin. karıştırın bayağı bir.. sonra katılaşınca ateşi kapatın. helvanın üzerine azcık toz şeker serpin ve bi el havlusu kapatın. ama havlu helvaya değmesin ve temiz olsun, yoksa iğrenç bişi bu. sonra da tencerenin kapağını kapatın, dinlensin. o kadar işte.. yemeden önce tarçın ekin bolcana.
yaa.. işte bu da böyle birşey işte!

Bodrum

Güneş batıyor.. Ekmek, şarap ve ben. istanbul çok uzakta. Yalın ayak sahilde oturuyorum; uzaktan gemileri izliyorum... Nihayet iyileşiyorum artık :)... İyi geceler Bodrum !

Fırtına Sonrası

Gitmek; susmak, Uyumak, fırtına sonrası sessizlikti. Bir kasırgandan sonra geriye kalan virane bir kasaba gibi. Cümleler yetmemiştir artık konuşmaya, kelimler düşüktür, bir şeyler anlatmak manasızdır. Yorgundur her şey. Artık uyumak istiyor deniz.

10 Mart 2009 Salı

Uyanmamış Harfler

Yazılan hikayeler, cümleler, kelimeler hep eksik kalırdı. Sabah olmadan çok önce yazılmışlardı.

9 Mart 2009 Pazartesi

Tahir ile Zühre - Nazım Hikmet

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden
ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım Hikmet

8 Mart 2009 Pazar

- " Ben artık kimseye inanmak istemiyorum ! Senin hakkımda düşündüklerinden çok benim sana ne hissettiğimin daha önemli olduğunu anladım." dedi.

+ "Peki ya inanılmayacak masallar dinlerken de uyuyan çocuklar var mıdır?" diye karşılık verdi. Mavi bereli adam.

-" Peki ya sen olağanın aksine terminallerde huzur bulup, kaybettiğin değil vazgeçtiğin ne varsa orada bulacağına inandın mı?"

+ "Biraz uyusak geçer mi?"

Yalnızlığa alışmalı... / Can Dündar

Bavulları hep toplu durmalı insanın...

Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...

Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...

İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...

Yalnızlığa alışmalı...


Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...

Yollarla barışmalı...

Yalnızlığa alışmalı...

...........

...


Can Dündar.


3 Mart 2009 Salı

Dost musun?

dost musun?
Öyleyse canın canımdır...
Aynan olmalıyım...
Yüzüne söyleyebilmeliyim her şeyi...
Hem sakınmadan, mertçe...
Hani bilirsin, esirgemem lâfımı,Ne şekil gelirse, öylece...
Hazırım tüm içtenliğimle konuşmaya, ama,Seni de dupduru isterim karşımda...
Dostsan,Gözlerimin içine baka baka yaka silk benden!Arkamdan şikayetlenme!
Yiğit ol!
Gerekirse yiğitçe azarla, çekinme!
Lâf değil, icraat beklerim
senden!Öyle bak ki, hislerini görebileyim...
Öyle hisset ki, güvenle bakabileyim...
Sevmem, ölenin ardından ağıt yakmayı!
Dil dönerken söylenmeli her şey...
Kulak duyarken anlatılmalı...Göz bakarken bakmalıyım sana...


Can sağ iken sarılmalı...Keşkelere meydan vermemeli hayatım,
Pişmanlıklarla yoğrulmamalı....
Hayır!
Dirime selâm vermeyen,Ölüme de fazla yaklaşmasın!
Dostsan, ölmemi bekleme!Haklıysam, yaşarken savun beni!
Yaşarken yanımda ol!
İnanmışsan bana, kimse çevirmesin seni yolundan!
Ve inanmamışsan, sakın rol yapma!
Her söylediğimi onaylaman şart değil...
Her yaptığımı beğenmen de gerekmez...
Dostsan, rahatça eleştir, fikrini rahatça söyle,
sıkılma!
Yadırgayabilirsin beni,Ve ben de seni tuhaf bulursam
şaşırma...


Kandırmanı aslâ kabul edemem!
Her dediğini, her yaptığını hoş görürüm, ama,
Beni, bana sormadan yargılama!
Her yediğimiz aynı olmaz belki,Her
dakikamız birlikte geçmez...
Her güldüğünde gülmeyi garanti edemesem de,Ağladığında seninle
birlikte oturup ağlarım...
Belki her çağırdığında gelemem fakat,Derdine ortak ararsan, koşarım...
Ben de herkes gibi insanım elbet,Ne göklere çıkar beni, ne de yerin dibine sok!
Senin işin bu değil!
Benim zaten bir yerim var herkes gibi yer ile gök
arasında...
Dostsan,Küçümsemeden, küfretmeden,Sevgiyle, saygıyla ve huzurla gel sokağıma...
Dinlenmek istediğinde, hiç düşünme, sana özel bir limanım,ama...

Yorulduğum zamanlarda,Dilediğimce sığınabilmeliyim koylarına...
Seni bir çocuk kadar saf sevebilirimVe bir deli kadar art niyetsiz...
Uğruna seve seve hesabı şaşırırım...Görmezden gelebilirim yanlışlarını...
Başkaları enayilik sayabilir,Başkaları akılsızlığıma yorabilir,Bunları
dert bile etmem, ama,
Sen, aslında aptal olmadığımı,Her an, tekrar tekrar hatırla!
Ve sakın beni aptal yerine koymaya kalkışma!
Seviyorsan, cimrilik etme, söyle!

Muhabbeti varken, yokmuş gibi yapanla,Hiç sevmediği halde, yılışıp
durana sinir olurum!
Neyse, o olmalı insan...
Kendisi olmaktan korkmamalı!
Kendisi olmaktan kaçmamalı!
Bil ki, sensin diye seni bırakmam, ama,
Ben olduğum için bırakırsan beni,
Yas da tutmam arkandan!
Bedel mi?Ödemeyeceksen çıkma yola!
İçten pazarlık edersen, ancak kendine edersin...
Kendince küser barışır, kendi kendini yersin!
Dostsan, mevsimince yağ...
Kışsan kar ol, güzsen yağmur...

Soğuğuna, sıcağına, esip savurmana itiraz etmem,
Senden, ille de bahar olmanı beklemem, ama,
Dayanmalısın en şiddetli fırtınalarıma...
Belki de çok geldi bunca talep...
Bana karşı hiçbir mecburiyetin yok, korkma...
Sana fazla geldiğim ilk anda
Arkana hiç bakmadan, dönüp gidebilirsin...
Geçip gidebilirsin,borçluluk hissetmeden...
Mutlaka bir açıklama da beklemem senden, ama,
Gitmeye davranırsam bir gün,Sen de karşımda set olma!
Dost musun?
Öyleyse, canın canımdır,
Yoluna baş koymaya hazırım ya,
Başını da yollarımda isterim

Yazarı bilinmiyor..

21 Şubat 2009 Cumartesi

VARTANIN ÖLÜMÜ

"-Bak!! gülümsedi bahar, erguvan tomurcuk verdi
evde, pencerenin altında, çiçeklendi yaşlı yasemin
boş ver hayalleri
var olmak yok olmaktan iyi
baharda hele....."

Vartan konuşmadı
başı dik
öfkeli
sıktı dişini
ve
gitti

*

"Vartan !! konuş!!
Sessizliğin kuşukorkunç bir ölüm yavrusu
kuluçkasında..."
Vartan konuşmadı
güneş gibi
çıktı karanlıktan
kana boğuldu
ve
gitti

*

Vartan konuşmadı
yıldızdı sanki
parladı zulmetti
kaydı
ve
gitti
*
Vartan konuşmadı
Vartan menekşeydi sanki
çiçek açtı"
-kış bitti": müjdeledi
ve
gitti

Şiir : Ahmed Şamlu
Çeviri: Ayşegül SÜTÇÜ - Hamit TOPRAK

20 Şubat 2009 Cuma

Ben Sana Mecburum



ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur?
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur

Atilla İlhan

Tek satırlık .............

Bir susarsınız erdem olur, çok susarsınız direniş olur, hep susarsınız işkence olur…

30 Ocak 2009 Cuma

Özledim Seni / Can Yücel

Özleme Dair

Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...
beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca zaman içimi
nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.

Eğer / Can Yücel

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
..........
..........

Can Yücel

25 Ocak 2009 Pazar

Ağlamak / Özdemir Asaf

Ağlamak Unutmak kadar kolaydır inan
Sevin ağlayabiliyorsan
Sevin ağlıyorsan
Gül ağlayabiliyorum diye
Gül ağlıyorum ağlıyorum diye
Sana birşey yapamam
Ağlayamıyorsan

Kalmak Türküsü / Özdemir Asaf

Daha gidilecek yerlerimiz var
Şu sohbetini dinler gideriz
Coştukça şarkılar, türküler, sazlar
Rakı mı, şarap mı, içer gideriz

Geçse de umudun baharı yazı
Gözlerde kalıyor yaşanmış izi
Kimseler kınamaz burada bizi
Ne varsa hesabı öder gideriz

Söyleyecek sözü olan anlatsın
İsterse içine yalan da katsın
Yeter ki kendinden, bizden söz etsin
Yalanı doğruyu sezer gideriz

Neler gördük neler bu güne kadar
Daha gidilecek yerlerimiz var
Bizi buralarda unutamazlar
Kalacak bir türkü söyler gideriz

Sevgiye var olduk sevdik sevildik
Kavgalara girdik olduk dirildik
Bir anlam fırını içinde pistik
Anlamlı güzeli sever gideriz.

Olmak İsterdim / Özdemir Asaf

Şu anda İstanbulda olmak isterdim.
Mihrabat Korusunun dar yollarında seninle
Yan yana,yana yana yürümek...
Birde martıların kanatlarından seyretmek İstanbulu.

Birde sen olacaktın yanımda adamım.
Bakarken Çamlıca'dan mehtaba,
Dinleyecektik en güzel aşk şarkılarını.
Ve ben senin gözlerinde kaybolurken,

Seni Seviyorum diye haykıracaktım Marmara'ya

Şimdi yanımdasın belki ama,
Ne Mihrabat Korusunun dar yollarında,
Seninle yan yana,yana yana
Yürüyebildik...

Ne de bakabildik Çamlıcadan mehtaba
Ne de Dinleyebildik en güzel aşk şarkılarını
Sadece kaybolabildim gözlerinde ama
Seni seviyorum diye haykıramadım Marmaraya...

Sevmek

''sevmek" dedim.
"yoluna ölmek" dedi.

"yol" dedim.
alıp başını gitmek dedi.

"gitmek" dedim.
Bir "ahh" çekip "dostlardan ayrılmak" dedi.

"dost" dedim.
Durdu. Bana baktı. "dost" diye mırıldandı.
"yüreğime nasıl koysam bilemediğim"dedi.

"yürek" dedim.
dünyaları içine sığdıramadığım" dedi.

"dünya" dedim.
"hayatın bir yüzü" dedi.

"yüz" dedim.
"ardında ne gizli bilemediğim" dedi.

"giz" dedim.
"hep çözmeye çalıştığım" dedi.

"çalışmak" dedim.
"bitmeyecek öykü" dedi.

"öykü" dedim.
"binlercesini içimde gizliyorum" dedi.

"gizlemek" dedim.
"işte her şeyin bitimi" dedi.

"şey" dedim.''
"sevda" dedi.

"sevda" dedim.
"peşinden koştuğum" dedi.

"koşmak" dedim.
''hayat bir maraton" dedi.

"hayat" dedim.
"öyle kısa ki!." dedi.

"niçin kısa?" diye sordum.
"yaşanacak çok şey var, zaman yok" dedi.

"yaşanması gereken ne var?" diye sordum.
"aşk" dedi.

"kaç kere?" diye sordum.
"bin kere" dedi, "milyon kere"

"neden bir kere değil?" diye sordum.
"bütün aşkların toplamı, en yüce ve tek aşk" dedi.

"önce ona varsan olmaz mı?" diye sordum.
"keşke olsa" dedi, "ama önce yoğrulmak gerek"

"acı çekmek mi?" diye sordum.
"evet, aşk acısında yok olmak" dedi.

"yok olunca!." dedim.
"işte gerçek aşkta o zaman yaşamaya başlarsın" dedi.

"gerçek aşk!." dedim.
"büyük o!" dedi.

Durdum. Durdum. Ve sustum!

"neden sustun?" diye sordu.
"yüreğim titredi sanki" dedim.

"neden?" diye sordu.
"bilmiyorum" dedim.

"büyük o!"
"evet." dedi, "büyük o!"

"nerede?" diye sordum.
"her yerde" dedi.

"nasıl?" diye sordum.
"yüreğini aç" dedi.

"yüreğimi açmak!." dedim.
"bir tebessümle bak her şeye" dedi.

"tebessüm" dedim.
"her kapının anahtarı" dedi.

"kapı" dedim.
"girmeden bilemezsin" dedi.

"ya korku!" dedim.
"bilinmeyenden korkar insan" dedi.

"ben bilmiyorum" dedim.
"neyi?" diye sordu.
"ben'i" dedim.

"sen kimsin?" diye sordu.
"ben kimim?" diye sordum.

"sevgiyle beslenensin" dedi.
kimin sevgisiyle?" diye sordum.
"büyük o'nun." dedi.

Durdum. Durdum. Yine sustum.
"kimsin?" diye sordum.
"sen'im" dedi...

-alıntı-

23 Ocak 2009 Cuma

Yüreğinde Büyümek

Duydum ki Bizi Bırakmaya Azmediyorsun Etme / Mevlana Celaleddin Rumi

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme

Mevlana Celaleddin Rumi

Ayrılanlar İçin / Ümit Yaşar Oğuzcan

Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi, evet her şeyi unutmalıyız

Her kaderin tesellisi bulunur, üzülme
İnsan ne kadar sevse unutabilir
Mevsimler gelir geçer, yıllar geçer
Sen de unutursun bir gün gelir

Hiç yaşamamışcasına, hiç sevmemişcesine
Unutursun o günlerimizi, gecelerimizi
O günlerce gecelerce sevişmelerimizi

Her şeyi, evet her şeyi unutabilirsin
Hatta bütün yazdıklarımı satır satır
Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır

Ümit Yaşar Oğuzcan

15 Ocak 2009 Perşembe

Eğer / 14 Şubat Sevgililer Günü / Can Dündar

O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez Özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
Özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

11 Ocak 2009 Pazar

Öpücük Balığı / ATİLLA ATALAY

İşe telefon açıp, “gelirken buğday al” dedi. “Naapıcan buğdayı kızım” diye sormadım.. Söylemezdi ki.. Dünyanın en sevimli delisiydi.. O öyle biriydi işte. Küçücük giz dolu oyunlar başlatırdı. Ne buğdayı, naapıcak acaba, nereden alıcam ben şimdi..Merak etmeye başladığım anda kendimi çoktan oyunun içinde bulurdum.. Evet, oyun başlamıştı. Savaş’a “Buğday almam lazım, nerde satılır” diye sordum..

-Haa?
-Buğday
-Eee, nolucak buğday?
-Hiç.. Tavuk buldum da bi tane.. Buğday veriyim diyorum..
-Sittir lan..

Ciddi miyim diye gözlerime baktı.. ben de çok ciddi baktım..

-Gültepe’de bir civcivci var ama.. Buğday satar mı bilmem.. Daha çok suni yem olur onlarda..-Yok, suni yem olmaz, buğday lazım.. Yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyo o suni şeylerle.. Pis bi rengi oluyo.. En iyisi buğday..-Ha bi de yumurtluyo.. Harbi tavuk yani, ciddi bi tavuk kimliğine sahip.. Bir ara ben de besledim.. Spenç tavuğu diyorlar.. Tam yumurta tavuğuydu.. Bazıları et tavuğu oluyor ya, pek yumurtlamaz onlar.. Bak ne diycem, esas darı sever hayvan.. Çift sarı çıkarır.. Darı al sen ona..

Oyun böyle bir şeydi işte.. O başlatırdı.. Hayatınıza aniden buğday, darı, tavuk, yumurta ve size “yedi kafayı” diye bakan bir sürü insan girerdi.. Komik, sürükleyen, ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun..

Büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan, buğday bulmak üzere çıktım. Buğday.. Noolcak acaba.. Kuruyemişçilerde var mıdır?

-Keşkeklik mi? Aşureye falan mı katçaanız?
-Ne?-Buğday sormadın mı?
-Ha evet, olabilir..
-Sonunu dün sattım..Yok..

Hıyar kuruyemişçi! Lan madem yok, niye aşure mi keşkek mi car car ediyorsun.. sana ne.. Bu millet de bi tuhaf ha.. Buğday var mı, var.. Ya da yok. Bitti, bu kadar.. Sana ne ne olacağından. Az kaldı özel hayatıma giriyordu herif.. Hem bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar zor mu olur kardeşim.. Sinirleniyorum ama.. Hani lan bu ülke bir tahıl ambarıydı.. Adam başı buğday olması lazım.. Kendi kendime gülüyorum.. Biliyorum, o da gülecek.. Gülücez.. Öpücem sonra.. Sonra, sonra.. Noolcaksa o buğdaylar..

Mısırçarşısı’na gidiyorum, oradaki baharatçılarda kesin vardır.. bu arada, kendimi gerçekten tavuk gibi hissetmeye başladım.. Buğday arayan acıkmış bir tavuk.. Bık bık bık. Bıdaaak.. Aslında içimde garip bir mutluluk var. Her şeyi birden unutup bir avuç buğday için İstanbul’u dolaşıyor olmak içten içe hoşuma gidiyor. Onu bu yüzden seviyorum galiba. Bana da sıçrayan bir tılsımı var.. Her şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. Onun yarattığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum.. Çocukmuşuz biz.. O, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. Dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz.

Şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan.. Bir kilo yeter mi acaba? Evde tarım yapıcak diil ya, yeter herhalde.. Anlarmış gibi buğdayları karıştırırken yakaladım kendimi, iyisini seçicem sanki.. Neyse, aldık işte.. Bir kilo buğdayımız oldu. Yanında bir tane de ufak rakı. Manyağım lan ben.. Bariz manyağım..

“Geldi mi buğday” diye sordu. Gözleri ışık ışık.. Meraktan çatlıyorum ama, belli etmeden “ıhı” diye torbayı uzattım. Cadı! Aldı torbayı masanın üstüne koydu. Ne olacak şimdi bu buğday? Sormayacağım ama.. ”Naaptın” dedi.. Elinin körü.. Saatlerdir buğday arıyoruz herhalde.. “Toprak mahsülleri ofisine gittim canım. Taban fiyattan destekleme alımı yaptım..” Gülüyor. Her şey o gülsün diye zaten.. Bence onun kadar güzel gülebilen yoktur. Ama bu gerçek yani. Çok gülen insan gördüm ben. İşim gereği. Hakkaten bakın, ben bu konuda otorite sayılırım. Ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu. Birazdan, elinde bembeyaz bir güvercin. “Bak şimdi “dedi; “Bu senin dilek güvercinin.. Ona avucundan buğday yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne bırakacaksın.

”Dedim ya, tılsımı var onun. Aniden güvercin de çıkarır, tutup yaşamınızı bi saniyede masala çevirir.. Bitmesin istersiniz.. “Bitmesin” diye dilek tutup güvercini gagasından öptüm. Balkona çıktık sonra. Pıt pıt kanat sesi.. Pıt pıt iki çocuğun yüreği.. Balkona yıldız tozları mı yağdı? Çok mu güldük.. peki çok gülmek iyi midir gerçekten.. Ağlar mı sonra insan.. Babaannem Deli Fadime’nin dediği gibi “Dünyanın düz murâdı yok” mu.. “Çok muhabbet tez ayrılık“mı peki.. Noolur “öyle diilmiş” olsun. Noolur bitmesin.. Pıt pıt.. Yüreğim.. Gece.. Yemin ederim, yıldız tozu yağıyor..

Ertesi sabah Kadriye oldu.. Espiri olsun diye bahar temizliğine girişti. Kadriye.. Onun masal kahramanlarından biri. Söylediğim gibi, yaşam bir oyun onun için. Gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki.. İlk Kadriye olduğunda yeni tanışmıştık.. yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti. Buğday gibi değil, onları daha kolay buldum ve eve gittim. Kapıyı çaldığımda yeri siliyordu. “Ayağını çıkar kocacım” dedi, “yeni sildim”. Çok güldüm. Yufkayla çökelekten “yanmaz tavada sana böreği” yaptı, yedik. Sonra eline bir tığ alıp dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı. “Delirdi” diye baktım. Saçlarına bigudi tuttururken “Naapıyosun yaa” diye sordum. “Nooluyo kızım”.. Garfield gibi gözlerime baktı. “Yarın eltimgil gelecek” dedi. Sonra güldü. Nasıl güldüğünü biliyorsunuz. O gün bana “annesi gibi” olmuştu. Ya da benim annem gibi. Oynuyordu. Başka bir şey. Herkesin “gerçek” diye bildiği şey, onun için sonuna kadar sahte ve saçmaydı. Komikti ama, ürkütücüydü. Yani hep oynanamazdı ki.. Eninde sonunda hayat “bööle bişeydi” işte.Yoksa değil miydi.. O Kadriye olup “çekirdek aileyle” dalga geçmeye başlayınca ben de rolümü aldım. “Fehmi” diye bir herif oluyordum. Çizgili pijamamı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip televizyon karşısında pıt pıt zapping yapıyordum. Gülüyorduk sonra. Kadriye ve Fehmi çekirdek rolünden çıkıp biz oluyorduk. Pıt pıt, iki çocuk yüreği..

Onun masal kahramanları bir tane değildi ki.. Bazen Müge ile Furkan olurduk. Aslında onlar bizim arkadaşımızdı. Ama o, onların ilişkisini sahte ve anlamsız bulurdu. “Kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar.” Müge olduğu zaman “Eskeyp’e gidelim mi, Trafo’ya zıplayalım mı diye sorardı. Ama asla gitmezdik. Onun dünyasından çıkamazdım. Ben çıkmak ister miydim peki? O zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım. O, “dışarıdakiler”i öyle iyi biliyor ve anlatıyordu ki, ara sıra “dışarı kaçtığımda” bile onunla oyun oynuyormuşuz, o bana “gerçeğin masalını anlatıyormuş” gibi olurdum..

Ha bir de, en önemlisi “öpücük balığı” vardı.. Onun en yalın ve samimi hali. “Ben öpücük balığıymışım” deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor, dakikalarca pıt pıt pıt öpüyordu. Öpücük balığı, öpücük balığı, pıt pıt pıt..

Masallar biter mi, biter işte. Arasına reklam girecektir, güzellik maskesi takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.. Zehirlenecek denizler, ağlatılacak çocuklar.. İşiniz vardır yani, öyle önemli, öyle vazgeçilmezdir ki..

Bir gün bana “gitme” dedi.. Ama hep öyle derdi.. “Yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. Bu şarkıdan iki şarkı sonra..” Hiçbir keresinde bırakmazdı beni. İyi, tamam, oynadık, bitti. Dönüşte yine oynarız.. Dinlemezdi.. ”Bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. Sayalım, o kadar sonra git..” Pazarlık ederdim. “Fındık gün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam.” “Peki” derdi. Sonra aniden nereden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp “peki bu yılmış, yıl olsun“ derdi. “Yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış..

”Üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. Tek şamfıstık, o yüzyıldı.. O ölümün geldiği zamandı. Onu pek tartışmazdık. Onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. Sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık..

“Ben gidiyim” dedim.. Sesi boğuktu.. ”Gitme” dedi.. Ama söyledim. Hep öyle derdi.. Giderdim sonra. Döndüğümde oradaydı, bilirdim. Yine “gitme” derdi..

“Gitme” dedi.. Gözlerinde yaş tomurcukları, birazdan duracak dünyalar, sanki hepimiz ölücez. “Bu kez gitme”..

Gitmesem olur sanki.. “Ama bunun sonu yok ki” dedim.. “Yok işte salak “dedi.. ”Hep sonunu istiyorsun. Sonu, bittiği yer, tükendiğim zaman.. Yerine yenisini tüketmeye başlayacağın zaman.. Bu kez gitme işte.. Gitme..

”Karşısında bir çocuk gibi duruyorum.. İçimden bir çocuk o duvarı tırmanıp aşmaya çalışıyor ama olmuyor.. Birileri yıllarca ördü o duvarı.. Annem koydu bir tuğla, sonra babam.. Dayım, öğretmenim, komutanım, patronum, radyom, televizyonum.. Gidicem ben, işim var işim.. Çıkıp sokak kedilerini tekmeliycem, yalan söyliycem, rakı içicem.. Hasan’a borcum var.. Tarık’la sözleştik, kaçıcaz hafta sonu, karı bulmuş.. İlknur iş arıyo sonra.. Resmen iş istiyo işte, aramıştır.. Onun yeri ayrı ama İlknur da fena değil şimdi.. İşim var.. İşim..

“Gidiyim ben” dedim.. Bu kez gözleriyle “Gitme” dedi.. Ben de ona “gözlerim sana mı kaldı” gibisinden baktım.. Tek mi sana kısmet olacak sanıyorsun benim “çivileyen bakışlarım”.. İşi var gözlerimin. Kritik pozisyonlara bakıcam, topa konsantre olucam, Top Secret’ı izliycem, günlük kuru yakından takip edicem.. İlknur’un kalçalarına bakıcam.. MTV’nin klipleri, savaşlar, siyah-beyaz yerli filmler.. İşi var gözlerimin..

Sonra yıldırımlar çaktı.. Hiç susmadım.. “Hayat masal mıydı yani?.. Dışarıda millet birbirinin gözünü oyarken, biz burada yanak yanağa.. Noolcaktı yani.. Leblebiden saat olur mu.. “Vakit” denen nanenin ne demeye geldiğini herkes biliyor artık.. İyi.. Pıt pıt pıt öpüşelim, sen beni seviyormuşsun, ben seni çok.. Ee, Anangil “Oturma odası takımını erkek tarafı alsın” dediğinde ne bok yiyecez peki? Öpücük balığını mı satacağız..” Nefes nefese sustum..

“Dışarıdakiler” dedi.. “Dışarıdakiler, bunu beceremez işte.. Öpücük balığını kimse alıp satamaz.. Sen bile.. Diyelim ki öyküsünü yazdın, beş para etmez..”

***

Bir varmıştı, şimdi bir yokmuş..

Nevizade Sokağı’ndayız, yol boyu meyhane.. Masanın altından İlknur’un elini tutuyorum.. Dördüncü kadehten sonra sayamaz oldum rakıları. Bir çingene, yanındaki masaya keman çalıp haykırıyor “Dönülmeyyz akşamıyyn ufuğuğun daiiz, vakiyyt çook geyç artık..” Elini darbukaya röntgen filminde her patlattığında gözümün önünde bi dudağı gökte bi dudağı yerde masal devleri görüyorum.. Gümm! Dev.. Güm! Lamba cini.. Güm! Haramiler..

Kocaman bir davulun üstünde küçük bir şey kırıntıları dökmüşler gibi, belki öpücük balığının yemleri onlar.. Hani onun en yalın ve sevimli hali gibi.. Gümm!.. Zıplıyor hepsi, gümm zıplıyor her şey.. İlknur’un göğüsleri kliplerdeki gibi havalanıp zıplıyor.. Uçuşup tekrar yerine düşüyor, tabaklar, yıldızlar, sigaram.. Canım yanıyor.. Sonra pıt pıt pıt.. darbukaya üç parmak darbesi vuruyor çingene.. Masalların sonunda gökten teklifsizce düşen üç elma bunlar.. Ben görüyorum, İlknur görmüyor, kimse görmüyor..

Müzik bitti.. İlknur bir şeye gülüyor.. Masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bir kadın var.. O hep var Nevizade sokağında.. Elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avucundaki çay bardağını kavanoza daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor.. cebimden para bulup kadına uzatıyorum.. Aklımda zamanın en acı tadı.. ”Peki kaç leblebi var bunun içinde teyze” diye soruyorum.. Kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde hırıl hırıl alaycı bir öfke; “Manyak mısın sen koçum?” diyor.. İlknur gülüyor, benim gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avucumdaki parayı yolarcasına kapıp yan masaya seğirtiyor..

Az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. Öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor.. İlknur’un gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer.. Uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini sarsıp “Bana masal anlat” diye ağlıyor..

Diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor..

ATİLLA ATALAY